Bu hafta sonumu sergilere ayırdım. Benim için sanat, ötede olanla bağ kurma araçlarından biri. Varlıkları, olayları ve hayatı anlamaya dönük ince bakış ve gerçeği arayış hali; yani kimi zaman matematiksel oranla ve ölçülü olanla, kimi zaman ilahi akılla açıklanan sanat, beni her zaman daha yüksek bir bilinç haline taşıyor. (Aslında bilim ve özellikle matematik için de aynı şeyi söyleyebilirim. Sonsuzluk Teorisi filmini izleyenler, neden böyle ifade ettiğimi anlamaya daha yakın olmalılar.) Bir sanatçının eserini yaratırken ona ruhunun derinliklerinden yol gösteren bilinç hali, belki de yoga ile yaklaştığımız yere yakın sularda seyrediyor.
Cumartesi günü gördüğüm ve burada sözünü etmek istediğim, Başak Çoraklı’nın KOZMİK SENFONİ isimli sergisi; çünkü buradaki çalışmalarda kozmik döngü farklı bir boyutta ifade buluyor. Güneş, ay ve gezegenler; renklerle, çakralarla ve seslerle bir dans içinde. Her şey birbirini tamamlıyor ve aslında aynı şarkıyı söylüyor sanki. Sayıca çok fazla sayıda eser yok, ama sergide yer alan tüm çini ve seramikler, büyük desenler ve dijital baskılar başka türlü dile getirdiğimiz bilinç halinin bir başka yansıması gibi. Tam da bu sebepten 24Aralık’a kadar MSGSÜ Tophane-i Amire’ye uğrayın derim ve sanatçının, evrenin tohum sesi OM’u bir başka düzlemde açıklarcasına kelimelere döktüğü metni ile davetimi tamamlamak isterim:
“Başlangıçta her şey karanlıktı…
Kesif, koyu bir karanlık, şekilsiz bir boşluk ve görkemli bir sessizlik vardı.
O görkemli sessizliğin içinde dönen dev orkestra kozmik senfoninin ilk notasını titreştirdiğinde zamanın ruhu harekete geçti ve evrenin kalbi tıpkı bir metronom gibi atarak boşluğun içinde genişlemeye başladı. Genişledikçe gökkubbenin ışıkları yandı; titreşimlerin, renklerin, notaların ve gezegenlerin birbiri içinde devindiği eşsiz dans.
Ve böylece başladı” Yrd. Doç Başak Çoraklı Aralık 2017
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder