Walter Benjamin ve Martin Heidegger’i andık, Jacques Lacan dedik, Edward Said ile oryantalizme uğradık, Roma çağı resimleriyle edilen Tanrı tasavvuruna dokunduk, Roland Barthes ile dile uzandık ve insanı veriye dönüştüren çağımıza kadar geldik.
Aktarabileceğim kısımlar madde madde şöyle:
💧 Aynı dili konuşabilmek için imge tanımını yaparak başladık. Lacan, insanların 9 aylık doğduğu için ve 7 ay erken dünyaya geldiğimiz için diğer memeliler gibi 4 ayakta duramadığımızı söylüyor. Yavaş gelişimimiz esnasında kendimizi anne bedeninin bir organı zannediyoruz. Kendi farklılığımızın ayrımında değiliz. İlk karşılaşma aynadaki görüntü ile oluyor. İmgem var, ama aramızda bir yarık var. Yansıma ve yanılsama. Hakikat ve görüntü. Ben ve öteki. Ben en az 2 kişiyim. Ben ve görüntüm. Ben ve aynadaki imgem örtüşen şeyler değil.
💧 Yokluğun, olmayışın, boşluğun konturu. Örneğin terk edildiniz. Olmayışın konturunu çizen bir yerden konuşur imge. Beni ezberle değil, sarsıcı olanla, bilmediğimle durmadan yüzleştirir.
💧 İmge, regülatör görevi görür. Zeynep hoca, sanat ve edebiyat için “imgeler, başka bir şeyi temsil ve ifade eder” diye öğretildi dedi ve ekledi “imge, temsilden değil, interaktif bir ilişkiden geldiğinde regülasyon görevi görüyor.”
💧 Yetişkin kelebeğin ismi de imago. Kendi evrelerini tamamlamış olan kelebek.
💧 İmge aynı zamanda bir bellek deposudur (fosiller, taşlar da tüm yüzyılların belleğini taşırlar) ve de geleceğe dair bir alarm sinyali taşırlar.
💧 Waldorf Okulları’nda çalışan bir katılımcı, Waldorf Okulları’nda ayna olmadığını vurguladı ve bu paylaşım, aynanın gösterdikleri üzerine biraz daha konuşma kapısı araladı. Bir diğer katılımcı oyuncu olduğundan ve şiir okurken imge kullandıklarından bahsetti. Zeynep Sayın, gerçek oyuncu, hiçkimse olmayı bildiği için herkesi oynayabilen oyuncudur; kendi imgeleminin nesnelerine takılmadığı noktada gerçek oyuncu olur, dedi.
💧 Ben ve görüntüm arasındaki yarık dışında imge üzerinden çocuk kendini örgütlemeye başlıyor.
💧 Aslında bilinçaltımız bile zaten diğerlerinin imgeleriyle dolu. Zaten hiç durmadan ötekinin dilini konuşuyoruz. Cinsel fantezilerimiz bile bizim değil, onlarındır.
💧 Dil sadece susturulan değil, konuşmaya zorlayan bir şeydir. Bizi, aslında bizim olmayan bir yasanın, bir sermayenin dilini konuşmaya zorlamaktadır. Roland Barthes, göstergeleri kullanmaya zorladığı için dil baskıcıdır diyor.
💧 İmge dediğimiz, geleneksel olan imge tanımları da genelde ezberden gelirler. Zihnimizden bilinçaltımızdan hiç durmadan bizi istila ederler. Ben bir ötekidir. Benim içinde ben olmayandan kurtulmak gerekir. Ötekilikten kurtulabildiğimiz, özgürleştiğimiz zaman, dilimizi konuşmaya başlayabiliriz.
💧 Rüyaların pek çok katmanı var. İlk katmanı çöp. Yediklerimizi sindirircesine gün içinde gördüğümüz tüm ıvır zıvırı atmak zorundayız. Bu, günlük temizlik. Psikoterapi psikanaliz gibi süreçler bastırılmışlık ve fırlatılmışlıklardan kurtulmayı amaçlıyor.
💧 Mevlana, İbnü'l-Arabi gibi bilgeler rüyalarında aldıkları bilgilerden söz ediyor. Ötekilikten kurtuldukları noktada belki gerçekten bir başka ötekinin bilgisiyle tanışabiliyorlar. Bilinçaltı ile bilinçüstü arasında bir ayrım olsa gerek.
💧 Temsil mekanizması, hiyerarşiye dayalı bir mekanizma.
💧 İnsanın veriye dönüşmesi ile, motorize gıda ve motorize tarım endüstrileri ile insanların sentetik silahlarla öldürülüyor olması, aynı jestin hakikati. Ben doğaya, taşa, insana nasıl bakıyorsam dünyaya aynı şekilde bakıyorum. Her şeyin fosil yakıta bağlı olduğu bir düzen içinde, insan olarak üstte konumlanarak doğayı nesneleştirmek, aslında dünyayı yok etmek demektir. Toprağa kömür deposu ve petrol muamelesi yaparak insana da insan kaynağı muamalesi yapmak...
NAÇİZANE YORUMUM
O kadar kıymetli bir sohbetti ki, Zeynep Sayın’ın konuşmasının esansını bile buraya aktarmakta zorlandım. Yogaya bağlamam gerekiyor mu tüm bunları, bilmiyorum, belki de gerekmiyor; ama yine de bir iki cümle söyleyesim var. Her ne kadar hepimiz imgemizle çoktan tanışmış ve birlik hissinden uzaklaşmış olsak da, yoga stüdyolarında ayna olmamasını, bakışı içe çevirme hali ile imgelememizden uzaklaşıp “ben”e odaklanmaya bir davet gibi düşünüyorum. Hayat boyu bitmeyen bu arayışta, ötekilikten kurtulma, kendi sesimi bulma ve kendi dilimi konuşma yolculuğumda yoga ve meditasyonun bana ışık tuttuğunu düşünüyorum. Acıya mesafelenen ve insanı veriye dönüştüren bu çağda kendimize bakmaya, kendimizle yüzleşmeye devam edelim; doğaya ve dünyaya hükmetmediğimiz bir dünyanın hayali ve umuduyla...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder